ALA ÇAĞIRMALARI (Eşkiyanın Yaylası-Şılop Alası)
Biletli dereden sonra ilçeye dönüp İlyas abiyi bıraktık. Ne yapalım, nereye gidelim diye aramızda konuşurken, bölgenin bilindik bir suyuna gitmeye karar verdik.
İkindiyle akşam vakitleri arası küçük bir köyün meydanına geliyoruz. Köy kahvesinin tahta iskemlelerinde oturup çay içerken, gideceğimiz dere hakkında köyün insanlarından bilgi almaya çalışıyoruz. Köyün sakinleri, bize çok aksi ve hudutlarına kimseyi yanaştırmayan ''Namlı bir eşkiyanın'' destansı denilebilecek hikayesini anlatıyorlar. ''Şöyle asar, böyle keser dikkat edin'' diye de bizi uyarıyorlar.
Yani sözün özü '' Yiyosa gidin avlanın'' diyorlar.
Ama tırsmadık. Aksine, dinlediğimiz bu hikayeye ev sahipliği yapan derenin tam kaynağına kadar çıktık. Hatta gözümüzü öyle kararttık ki ''pek konuk sever'' namlı eşkiyanın mekanına elimiz bile boş gittik. (ne bir lokum, ne bir silah) Kuşlar haber uçurmuş olmalı ki biz yaylasına varır varmaz, namlı tasını tarağını toplayıp tüymüş anlaşılan. Ortalıkta göremedik merak ettiğimiz anlı şanlı namlıyı.
Bu eşkiyanın karakteri, rahmetli Özay Gönlüm'ün seslendirdiği bir Denizli türküsündeki ''Bir yayla isterim yörük gonmadık'' sözünü hatırlattı bana. Pek namlı eşkiyaya buradan bir selam yolluyorum ve ''Bir avlak isterim kimse gonmadık'' diyorum.
Yaylada çobanlık yapan birisi, derenin alabalığını size göstereyim dedi. Heyecan ve merakımız arttı. Burak çadırı kurarken Onur ve ben çobanın peşinden gittik. Ama gösterdiği balık gökkuşağı alasıydı. Doğal alabalık da yoktu. Mevsim den dolayı gözyaşı kadar su vardı derede. Yani bize uzun uzun yollar görünmüştü. Ama dönmeden çobanın toprak damına şöyle bir ayak üstü girdik. İçerde bir döşek vardı. Ocakta da odun ateşi yanıyordu.Vay anam vay nasıl güzel kokuyordu içerisi. Üç gün dışarı çıkmadan o kokunun içinde yatardım o döşekte. O güzel koku hala burnumdadır burnumda.
Sadece gökkuşağı olduğunu sağlamca teyit ettikten sonra oltalarımızla yalandan sembolik birkaç atış yaptık. Yaklaşık 2000 metre yüksekliğindeki bu çok serin eşkiyanın yaylasını içimiz buruk bir halde hemen terk ettik.
Bir üzüntümü dile getireyim,üçümüzde de fotoğraf makinası vardı. Ama nedense bu avlakta, bu güzel serin yaylada tek kare poz çekmeyi akıl edemedik. Yazık yazık yazık oldu. Namlı eşkiya aklımızı başımızdan almış olmasın? ne namlıymış vay bee. Adamın aklını alır aklını, haberiniz bile olmaz söyleyim.
Gece karanlığında ıssız tozlu topraklı dağ yollarında viraj viraj dolanıp yol alıyoruz. Sonunda hiç bilmediğimiz bir mevkide durmak zorunda kalıyoruz. Çünkü çok yorulmuştuk ve uykumuz gelmişti. Onur la, Burak çadırda, ben de arabada uyuyorum. Sabah 10 gibi falan kalkıyoruz.
Nereye gidelim, nerede avlanalım derken yine bölgenin bilinen önemli başka bir suyuna gitmeye karar veriyoruz. Ancak, Burak'da, Onur'da bilindik bir su olması nedeniyle doğal alabalık kaldığından pek ümitli değillerdi. Net cevap benden çıktı; doğal alabalık var dedim. Çünkü bir arkadaşımdan güncel sayılabilecek sağlam istihbaratım vardı. Ve kararlı bir şekilde bu suya gittik.
Önce suyun tam gözesine kadar çıktık. Güzel bir gölet gördük. Daha aracımızdan inmeden, ''Sen at sen at'' diye birbirimize ikramda bulunsak bile, ortama göre racona uymak gerekirdi. Racon, bize ''Biletli Dere'' kıyağını yapan Onur'a öncelik tanımamızı gerektirirdi. Onur oltasını alır almaz şık bir atış yaptı ve gökkuşağını yakaladı. Gözede fazla oyalanmadan ayrılıp daha aşağılardaki uygun geniş akan kısımlara indik.
Burak, ''Halsizlik var pek iyi değilim'' diyerek oltasını almadı, dinlenip bizi bekleyeceğini söyledi.
Onur'la, ben dereye doğru avlanmaya gittik. Dereyle aramızda çitlerle çevrilmiş geniş geniş bahçeler vardı. Derenin bu kısımlarını pas geçerek devam ettik. Önümüze yüksek bir kaya çıktı. Onur'la, ben kayanın üstüne tırmandık. Onur kayadan atladı. Ben ayağa kalkıp doğrulduğumda uzun zamandır yaşadığım vertigodan dolayı o an şiddetli bir şekilde başım döndü. Aşağıda beni bekleyen Onur'a sen devam et dedim. Onur, yardım edeyim abi dedi. Ben biraz toparlanayım yavaş yavaş inerim dedim. Onur dere boyu yukarı doğru gitti.
Üç-dört dakika sonra kayadan yavaş yavaş indim. Onur yukarı devam etmişti. Ben de bahçeler yüzünden derenin pas geçtiğimiz kısmına bu sefer derenin kıyısından yürüyerek olta ata ata ilerledim.
Kıyıya çok yakın ama tamamı suyun içinde olan 1.5 metrekare büyüklüğünde adacık yapmış bir taşın üzerine sıçradım. Olta atılacak şahane bir mera. Çok güzel derin ve uzunca bir gölet oluşmuş ve tatlı bir akışı var.
Mepsimi akıp giden göletin en sonuna doğru 10-15 metre uzaklığa yolladım. Çok yavaş sarıyorum makarayı ve mepsi derinden çekmeye gayret ediyorum. İçimde kesin vuracak hissi var. Uzak mesafeden ve derinden fırıl fırıl dönerek geldiğini hissettiğim mepse yolda biri mutlaka çakar diyorum. Meps yolun yarısına gelmeden balık yapışıyor. Aman kaçma diye içimden yalvarıyorum. İri bir alabalık muhteşem bir keyif ve heyecan yaşatıyor bana.
Bütün darbelerini kamışla yumuşatıyor ve balığı yoruyordum. Bana doğru yaklaştıkça darbelerinin gücü zayıflamaya başlamıştı. Bir an kendini toplayıp iyice bir asıldı ancak hoop nereye dedim. Makaram görevini başarıyla tamamlamış, saracağı tüm misinayı neredeyse sarmış ve son bir iki turu da bana bırakmıştı. Balık artık dibimdeydi iyice yaklaşmıştı ama kendini göstermemişti. Yüreğim ağzımdaydı resmen. Son bir hamleyle taşın üstüne çıkardım alabalığı. Meps ağzından boşa çıkmıştı. Yorgun balık hareketsiz bir vaziyette ayağımın dibinde uzanmış duruyordu. Hemen üstüne kapandım ama bir çırpınışla suya gitti. Sudan şılop diye bir ses çıktı.
Şılop Alası: Yaklaşık 40 cm lik doğal mı doğal güzelim bir alabalık.
Bir heykel gibi (açıkçası göt gibi) taşın üstünde beş dakika dikili kaldım. İçim yandı içim. Alabalık kaçıran adam heykeli dikilse bu dereye hiç fena olmaz aslında. Bu kaçırdığım şılop alasıyla ilgili üç sayfa yazabilirim. O kadar yandı içim. Bak şimdi bile fena oldum.
Beş dakikadan sonra heykel canavara dönüşüyor, göleti dinlendire dinlendire mepsle dövüyordu...
Ama yinede şükürler olsun. Çok net bir şekilde görmüştüm onu, merak etmeyecektim kaçıp giden ''Şılop Alası'' nı.
Sonra derenin başka bir noktasından gökkuşağı alabalığı yakaladım. Büyük ikramiyeyi kaçırmanın acısına ASLA teselli olamayacak bu amortinin fotoğrafını çektim ve avı bitirdim. Burak'ın yanına döndüğümde Onur' da yakaladığı doğal alabalığın fotoğrafını çekiyordu.
Çokça virajlı uzun uzun yollar ve üç gün süren keyifli alabalık avı maceramız bizi epey yormuş, Burak'ın da ateşi iyice yükselmiş ve titremeye başlamıştı.
Eczane den çıkıp ver elini Ankara dedik.
Av tarihi: 2010 yılı Eylül sonları.
15-02-2017 SİNAN IŞILDAK