100
« Son İleti Gönderen: Sinan Işıldak 12 Aralık 2016 - Pazartesi, 18:15:50 »
ALA ÇAĞIRMALARI (Aynı gün-Üç farklı avlak)
İhtiyar (Ercan Güven) aradı. Çık gelsene dükkandayım laflarız, çay içeriz diye davet ediyor.. Bu sefer de sen gel ihtiyar sıcakta şimdi kim kalkacak, gelecek diyorum.
Sen bilirsin alabalık yeri var yeni öğrendim diyor. İhtiyar benim gibi gaddar değil çaylar masaya konar konmaz yeri söylüyor. Bir tanıdığından istihbarat edinmiş; kırmızı benekli alabalık varmış derenin birinde.
Üç gün sonra gelip beni alıyor sağolsun, neşe içinde gidiyoruz.
Avlağa geldik, baktık ama dere çok çok zayıf. Anca uzun kamışla dereye fazla sokulmadan, akan bir karış sudan yemli avlanırsın veya (''elle tutarsın'') Belki bahar ayında zor da olsa meps çalışır. Derede doğal alabalık olabilir, temiz orman içi bir dere. Mevsiminde denenir ama mevsiminde bile at çek için çok tat vermez.
İhtiyar üzüldü isterdi ki beni daha iyi bir avlakla buluşturmak ama o yapacağını yapmıştı sağolsun.. Ben onun üzülmesine üzüldüm, ama olabilir böyle şeyler istihbarat kazası diyelim. Tam tersi de olabilir zımba gibi bir avlak da çıkabilirdi.
Biz zaten yeni bir avlağın umuduna yeterince sevinmiştik bu bize yeterdi.
Peki şimdi ne yapacaktık, onca yolu boş boş geri mi dönecektik... Dinle beni İhtiyar buraya yakın alabalığı olan bir gölet biliyorum, oraya gidelim bakalım. Hadi hadi can sıkacak bi şey yok bunda. İhtiyar benim için üzülmüştü bunu biliyordum. Bu duyguyu üzerinden atması için bu göleti öne sürdüm ama gölette fos çıkarsa 15-16 yıl öncesinin bir istihbaratını değerlendirebileceğim başkaca bir dere vardı aklımda.
Derdimiz sırf alabalık tutmak olsaydı başka yerlere kaçabilirdik. Ama bize heyecan lazım heyecan. Dünyanın en güzel avlağı lazım. Şimdi bu kadar yolu madem geldik, gölde biraz avlanıp sonra biraz uzun yolumuz olsa bile dereye kaçacağız planım bu. İhtiyar ve ben şimdi çok mutluyduk.
Göletin çevresi sazlık olduğundan ancak yarısı kadar veya yarısından biraz fazla kısmında olta atabileceğimiz bir alan var. Güneş biz gölete vardığımızda iyice yükselmeye başlamış. Çok asılmadan, gölün tozunu alırcasına olta atabileceğimiz bütün noktalara atışlarımızı yapıp, hem dipten, hem yüzeyden ve orta sudan vuruş alamayınca ihtiyar dedim; ya akşamı bekleyeceğiz bu sıcakta ya da vakit kaybetmeden dereye gideceğiz... Burada beklemeye değmez yürü dereye kaçalım günü orada batıralım dedim ve yepyeni bir heyecanın içinde dereye doğru yol aldık.
Devam etmekte olduğumuz ana yol küçük bir köyün içinden geçiyordu. Dallarından sarkıp yere dökülmüş elmaların bolluğundan nasibimize düşen 3-4 elmayı ıskalamadık. İhtiyar'a şu köy bakkalından derenin yerini iyice bir öğreneyim dedim. Arabadan ihtiyarla beraber indik. Bakkalın cevabı aynen şu; aman orası sakat bi yer kayar düşersiniz, uçurumlu dik yer. Bakın oraya dağcılar bile zor inip çıkıyor, tireykinkçiler gelirler oraya. Adamsız, bilen biri olmadan gitmeyin... Sağolasın Dayı deyip bakkaldan çıkıyoruz.
Birlikte şu kararı alıyoruz gidip görelim en azından. Suyu ilk gördüğümüz yerde daha sağlıklı karar veririz. Dereyi gördüğümüz ilk nokta alabalık olabilecek nitelikte değildi daha devam etmemiz lazım. Fakat yol gittikçe dereyle aramıza geniş ve dik araziler sokuyordu. Derenin ne sesi, ne görüntüsü vardı artık. Uzunca bir süre sonra yol tekrar istediğimiz kıvama geliyor bizi dereye nispeten yaklaştırıyordu. Artık yol bize veda edecek, kendi yolcularının üzerinden geçmesini bekleyecekti. Yol başka bir köye doğru dereden tamamen ayrılacaktı. Bize kala kala bozuk, tozlu bir yayla yolu kalmıştı. Asfalt yol başka tarafın, başka yolcularına bizi değişmişti.
Biz arabayı uygun bir yere bıraktık ve 30 derece sıcaklıkta dereye doğru yürümeye başladık. Çok yürüdünüz biraz da dik rampalardan kaymaya başlayın. Tamam tamam yavaş olun olacak bu iş. Ellerinize, üstünüze başınıza batan kıymıkları, dikenleri temizleyin.
Otların, yaprakların altına saklanmış çukurlar bilgisayar oyunlarındaki gibi engeller oluşturuyordu.
Sıcaklık vadideki nemle birlikte bizi resmen boğdu. Her tarafımızdan buhar çıkıyor yetmezmiş gibi son derece zorlu dikenli, sarp dik etaplar hoşgeldiniz diyordu. Bakkal neredeyse tamamen haklı çıkacaktı. Derede balık çıkmayınca, bakkalı haklı çıkarmadan biz derenin geçit vermeyen bölümünden ayrılıp dim dik patikadan patika bile yok, biz patika oluşturup 7-8 adımda bir durup, doğrulup arkamıza bakıyor küfrediyorduk, önümüze bakıp yine küfrediyorduk. Daha ne kadar çıkacaz, tırmanacaz, sürünecez. Bu araba nerde, nerde bu araba diye sanki arabayı biz parketmemişiz gibi birbirimize sorup, söyleniyorduk.
Güçlükle kan, ter içinde arabanın yanına geldik. Nefesimiz, nabızımız yerine gelmeden yanımızdan bir araba geçiyordu işaret edip durdurduk. 3-4 genç arkadaş yaylaya piknik yapmaya gidiyorlarmış. Derenin daha verimli bir noktasına ulaşabilmemiz için bize, bizi takip edin dediler. Hava sıcak arabanın içi yanıyor, camları açtık ama önümüzde giden aracın yoldan kaldırdığı tozlar bizim ciğerlerimize kadar girdi. Ulan yeterki alabalık çıksın tozuna kurban bee.
Gençler yavaşlayıp durdular. Camları kapatmadan biz de durunca tam bir toz banyosu yaptık. Biraz lafladıktan sonra buradan itibaren olta atarsınız hadi rastgele abiler deyip, tozuta tozuta gittiler. Dua edin alabalık tutalım gençler sizi hayırla yad edelim. Bu kadar tozu arkanızdan boşuna yemedik inşallah.
Yoruldunuz okumaktan biliyorum hemen oltayı atacam bekleyin. Aha da attım, aha da geliyo vallahi işte tuttum kırmızı benekliyi hem de dünyanın en güzel avlağında. Bakın bakın İhtiyar'a bakın o da kırmızı benekli tuttu. İşte bu bee. Allah gençlerden razı olsun bizi peşlerine takmasalardı alabalığa biraz geç kavuşacaktık ve daha çok yorulacaktık. Dereyi, alabalığını, beneklerini merak ediyorduk ikimiz de yakaladık. Amacımıza ulaşmıştık artık. Havanın nemi ve sıcaklığı, parkurun zorluğu, aynı gün içinde üç farklı avlak için gelinen onca yolun bedenlerimizi yorması, avın devamı için ancak hamallık olurdu bizim için. Avlanma düşüncemiz, süremiz, planımız her zaman, her avlağa ve şartlara göre değişkenlik gösterir. Bazen tek alabalıktır hedefimiz, burası böyle idi tam isabet...
İhtiyar bi çeşme görürsen dur hararetten ölcem. Bak elmanın sadece sapı ve çekirdekleri kaldı. Ne su içtik be böyle ihtiyar. Bakkal da amma sallamış a.k....
Bakkal başka bi yerden bahsetmiş olmasın.. Aman neyse şimdi onu düşünüp bugünün tadını kaçırmayayım. (Sonradan öğrendim; bakkalın dediği yer ile benim sorduğum yer aynı yermiş ohhh dedim bakkal doğru yer için sallamış.)
Av tarihi: Temmuz veya Ağustos 2008. (fotoğraf makinasına göre Ocak-2000) Hava çok güneşli, dere suyu zayıf ama olta atmaya uygun. Alabalık durumu derenin olta attığımız bütün kısımlarında çok kötü yok neredeyse. Olta dışı avcılığın maalesef derede yaygın olduğunu öğrendik. Parkuru zorlu ve yorucu; Mayıs-Haziranda gitmeli hava serin olur en azından ve suyu daha iyi olur. Bu zorluğa karşın verimli bir avlak olması gerekirdi. Ancak madem bu kadar zorlu bi yer; ne varsa tutup alalım düşüncesi baskın çıkmış bu dereye gelenlerde.
Bu avlağa bi daha gidermiyim? yolum düşmezse gitmem. Zaten alabalığını tuttum. Bakkal Amca'nın dediği yerle benim ona sorduğum yer aynı yer olmasaydı o zaman giderdim. Sizler, yazımı okuyanlar Monti biz gidelim mi? diye bana sorarsanız cevabımı vereyim; bakkal'a sorun, sallar biraz ama doğrusunu söyler. Bakkalda ip yok ipsiz gitmeyin, yaylaya giden gençleri tozdan göremeyebilirsiniz..
Maalesef kerteriz korkusundan sadece bu iki fotoyu ekliyorum...
30-11-2016 SİNAN IŞILDAK